Başkenti : Bangkok
Nufusu : 62.000.000
Yüzölçümü : 517.000 km2
Yönetim : “Thailand Krallığı” 1932’ den beri İngiltere modeli monarşi.
Vize : Ülkeye girişte 30 günlük.
İklim / Ne zaman gitmeli : Güneydoğu Asya ülkelerinde, Türkiyedeki gibi dört mevsim yok. Thailand da iki mevsim var “sıcak mevsim” ve “çok sıcak mevsim”. Yolculuk için en ideali, Kasım ve Mart ayları içerisinde kalan period. Hava sıcaklığı özellikle Nisan olmak üzere Ekim ay’ına kadar en yüksek seviyededir. Mayıs’tan Eylül’e kadar olan period en çok yağış alan “ıslak sezon”dur. Elbette hava sıcaklığı ve yağış, kuzey ve güney bölgelerine göre değişiklik göstermektedir.
KISA TARİHİ
Mekong vadisi ve Khorat ovasında, günümüzden on bin yıl öncesi dönemlere ait, belki de tarihteki ilk tarım ve maden işlemeciliğinin yapıldığına dair arkeololik bulgular vardır. Kuzeydoğu Thailand’da M.Ö 4000 yıllarında pirinç tarımı yapıldığı ve tunç çağı uygarlıklarından birine ev sahipliği yaptığı bilinmektedir.
Çin ve kuzey Vietnamdaki “Thai-Kadai” toplulukları, 8-10 yy’da küçük gruplar halinde Mekong vadisine geldiler. Burada Tibet-Burma ve Mon-Khmer toplumlarıyla kaynaştılar. Hangi kültürün daha baskın geldiğine ilişkin yazılı kaynaklar olmasa da, dil ve sanatta Khmerlerin daha dominant olduğu söylenebilir. Kamboçyadaki Angkor tapınağı duvar resimlerinde de bir grup Thai'ların Khmer ordusunda paralı asker olarak savaştığı resmedilmiş.
Khmerler, muhtemelen koyu tenlerinden dolayı Thai'lara Sanskritçe "altın" veya "esmer" anlamına gelen "Shyama" veya "Syam" demişler. Myanmar ve kuzeydoğu Thailand'da telafuz nedeniyle Syam, Shan olmuş (halen Kuzey Myanmarda nufusun %10’unu oluşturan Shan kabilesi yaşıyor). 1259 yıllarında kuzay Thailand da kral Mengrai’nin kurduğu Lan Na (milyon pirinç tarlası) imparatorluğunun devamı olan “Siam imparatorluğu”nun isim babası da Khmerler.Thai tarihinin yükselişi, 13 yy’da kurulan Sukhothai (yükselen mutluluk)’nin hükümdarı olan Ramkhamheang ile başlar. Thai alfabesinin onun döneminde oluştuğu sanılmaktadır.
YOL NOTLARI : Aslında kararı bir yıl öncesinden, geçen sene Bangkok’ta bulunduğum sırada almıştım. Buraya yeniden gelecek, bir motosiklet kiralayıp kuzeyi dolaşacaktım. Çünkü bu coğrafya en iyi, motosikletle gezilirdi. Sabırla beklenen bir yıldan sonra uçak Bangkok üzerine geldiğinde bunu nasıl yapacağım hakkında kafamda hala bir plan yok. Yani; nereden başlayacağım, nasıl gideceğim, kiralık motosiklet bulabilecekmiyim, bu konuda hazırlıksızdım.
Gümrük ve pasaport işlemlerinden sonra beni yavaşlatan ve sıcakta daha da ağırlaşan çantalardan kurtulmak için emanete verip havaalanı karşısındaki tren istasyonundan beni 18.30 da Chiang Mai’a götürecek yataklı vagonun son biletini aldım.Trenin kalkışına üç saatden fazla zaman var ve bu süre bir harita satın alıp seyahatin rotasını saptamak için yeterli bir zaman.
Oniki saatlik tren yolculuğunda deliksiz bir uyku çekerek tüm yorgunluğumu attım. Chiang Mai’da iner inmez çantaları yine emanete bırakarak, internette bulduğum kiralık motosiklet dükkanlarını aramaya başladım. Beşinci dükkanda aradığım gibi bir motosiklet buldum, bir Yamaha TDM 850. İstasyondan çantaları alıp otele yerleştikten sonra o gün öğleden sonrasını Chiang Mai’ı gezmeye ayırdım.
12. yy’da kral Mengrai, kuzeyde Lannathai (bir milyon pirinç tarlası ülkesi) adı altında bir ülke kurup önce Chiang Rai’ı başkent yapmış, daha sonra kral başkenti Chiang Mai’a taşımış. İki milyon nüfusuyla Chiang Mai, Bangkok’tan sonra Thailand’ın ikinci büyük şehri. Kral Mengrai , kafasına yıldırım düşmesi sonucu ölmüş, ondan sonraki kral Kamphoo’nun hükümranlığı ise bir timsah tarafından parçalanıp yutulana kadar sürmüş, sonraki kralların da hayatları şaşırtıcı şekilde sonlanmış. Hatta şimdiki kralın kardeşi yatağında oturup tabancasını temizlerken yanlışlıkla kendini vurmuş.
Otelde sıkı bir kahvaltıdan sonra saat sekizde marşa basıp kuzeyin yolunu tuttum. Patong ve Chom Tong üzerinden kuzey Thailand’daki yüzlerce şelaleden en büyüğü ve en bilinen (Manavgattan az biraz hallice) Mae Klang ve Wachirathan şelalelerini gezip, Thailandın en yüksek noktası olan 2565 m. yüksekliğindeki Doi İntanon dağına çıktım. Soğuk sezonda, kuzeyin en yüksek noktasında sis ve yağmura karşın ısı yirmiiki derece. Yıl içerisinde burada olabilecek en soğuk hava bu olsa gerek, polar kazakları kullanmayacağım için ilk fırsatta çantanın en dibine yerleştirdim. Doi İntanon’a gelenler zirvede bulunan ve şimdiki kral ve kraliçenin atmışıncı doğumgünü anısına yapılan iki Pagoda’yı (ters çevrilmiş çan'a benzeyen yapılar) ziyaret etmenin yanısıra manzarayı seyretmek için de geliyorlar ama bugün sis yüzünden manzarayı görmek mümkün değil. Ülke zaten poker masası gibi yeşil çuhayla kaplanmış, yeşil dışında görecek bir şey yok diyerek kendimi avutup inişe geçiyorum.
Yollar dar ve keskin virajlı olmasına rağmen çok bakımlı ve trafik yok denece kadar az, sanki motosiklete özel olarak yapılmış, harika parkurlar. Burma sınırına yakın Khun Yuam’dan sonra yolun her iki kenarında kilometrelerce uzayıp giden sarı kış çiçekleri yeşil ile çok güzel bir ton oluşturuyor.
Oniki saat ve 360 km, Sonra Mae Hong Son’a ulaşıyorum. 1960 yılında yolu yapılana kadar Mae Hong Son küçük izole bir şehirmiş, 6.000 nüfusuna rağmen havaalanı bile var. Otel sahibinin gülümsemesine karşılık ben yine de klimalı bir bungalow istiyorum. Soğuk sezon olabilir ama bana göre hala çok sıcak.
Sabah saat dörtte gürültüye uyanıyorum, sesler yandaki komşularımdan geliyor, nasıl olsa susacaklar diye bekledim ama yarım saat sonra hala kesilmeyince hışımla dışarıya çıktım. Karşımda, bir elinde fincan diğerinde çay termosu olan ve olanca şirinliği ile gülümseyen birini görünce hiç bir şey diyemedim. Beraber sabahın koründe veranda da oturup ikram ettiği çayı içerek lafladık. Dağlarda yol kenarında açan sarı kış çiçeklerini görmek için Bangkok’tan gelmişler.
Mae Hong Son’un her yeri görülmeye değer, bu kadar erken kalkmışken güne erken başlayıp Burma sınırında Nai Soi köyü yakınlarındaki “Long Neck Village”e gidiyorum. Uzun boyunlu kadınlar, Burmadaki askeri darbeden kaçan Karen kabilesinden. Karenler cuntaya karşı bağımsızlık ve toprak için savaşıyorlar. Tüm Thailand’da cuntadan kaçan üçyüz bin Burmalı mülteci var. Sınırda sadece yüzatmış uzun boyunlu kadın yaşıyor ama Burmada altı binin üzerinde “uzun boyunlu” kadın varmış. Efsaneye göre Karenlerin ataları dişi bir ejderha ile rüzgar tanrısından (nasıl bir aşk’sa) geliyorlarmış. Karen kadınlarının boyun uzatma geleneği ise ejderhanın görünüşünün yansımasıymış. Ama turistleri buraya çekmeye daha çok yarıyor. Uzun boyunlu Karen köyünün hemen yanında “Big Ear Karen”ler var.
Kuzey Thailand da iki renk var, gri asfalt ve yeşil orman. Orman o kadar sık ki, adeta saç gibi, çoğu yerde içine girmek imkansız.Sık orman nedeniyle alternatif yollar deneme şansı pek yok, Mae Taeng’e ulaşmak için tek yol olan Sappong ve Pa Pae üzerinden yola koyuluyorum. Çok sık benzin istasyonunun olmadığı ıssız yollarda nihayet korktuğum başıma geldi. Benzin bitti. Rezervdeki benzinle en fazla kırk km. gidebilirim, bir kaç km. Sonra kontrol noktasındaki askerlerden en yakın benzinliğin kırkbeş km. ileride olduğunu ama 7-8 km. gerideki markette benzin bulabileceğimi söylemeleri üzerine tekrar geri dönüp marketten iki şişe benzin aldım, ehh inişlerde boşa atarsam bu iki şişe beni benzinliğe kadar götürür.Buralarda aç ve mahsur kalmak mümkün değil, her otuz km.de yiyecek, elli km.de benzin ve seksen km.de otel var. Hava karardığında Mae Taeng’e ulaştım, buranın tek oteli de, tüm seyahatim boyunca kaldığım tek kötü oteldi.
Sabah uyanır uyanmaz Thailand,Burma ve Laos sınırlarının keşiştiği “Golden Triangle”a ulaşmak için yola koyuldum, Altın Üçgen’e kadar enteresan yerler olmadığı için hızlı hareket etmiş olacağım ve üçgene erken varacağım için yolu uzatıp Mae Salong’a gazlıyorum. İdeal bir motosiklet yolu, dar, virajlı, eğimli ve muhteşem manzarası ile bu gezideki en favori etabım oluyor. Mae Salong, Mao Tse Tung’a karşı, karşı devrimci cepheyi oluşturan Chiang Kai-shek’in kurduğu milliyetçi Kuomintang saflarındaki Çinlilerin, Mao’nun devriminden sonra 1949 da kaçıp yerleştikleri yer. Chiang Kai-shek’in de Taiwan’a kaçmasından sonra, Mae Salong’daki çinliler, Çin’e dönmeyip dağ köylerinde afyon yetiştirmeye başlamışlar. Mimarisi ve mutfağı ile sanki bir çin şehri. Kasaba girişindeki çayhanede, mola verip değişik Çin çaylarını, meyve şekerlemelerini, tırtıl kızartmasını ve içinde kocaman kırkayak, akrep gibi haşeratların bulunduğu, mısırdan yapılmış viskiyi deneme fırsatım oldu, daha fazla da mide fesatına uğramamak için ikram edilen larva kızartmasını reddederek kaçtım, ehh bir gün içinde bu kadar ilk yeter.
Yılın son ay’ında Thailand’daki bütün şehir ve kasabalar geceleri ışıl ışıl, beş aralıkta doğan krallarına görkemli bir doğum günü hazırlığı içindeler. Kral Bhumibol, ziraat ve hukuk mezunu, İngilizce, Almanca, Fransızca biliyor, çok iyi saksafon çalıyor, ülkedeki en sevilen şarkıların kompozitörü, iyi bir ressam, iyi bir fotoğrafçı ve güneydoğu asya oyunlarında yatçılıkta altın madalyası var. Yani on parmağında on marifet. Bu yüzden Thai’lar krallarını çok seviyor,
Akşam üzeri, Thailand, Burma ve Laos’un kesiştiği, bir zamanların afyon cenneti “Golden Triangle”dayım, hepsinin de ortasında meşhur Mekong nehri. Geceyi Chiang Saen’de güzel bir otelde geçirip, sabahleyin günler sonra nihayet peynir ve reçel ile gerçek bir kahvaltı yapıyorum.
Sabah, bir süre Mekong nehri boyunca yol aldıktan sonra akşam üzeri Chiang Rai’e vardım. Thailand’da büyük küçük tüm şehirlerde olduğu gibi burada da bir “Night Market” var, burada Thai mutfağından enfes yemekler tadılabilir. Chiang Rai, kuzeyi gezmek için ideal bir üs. Buradan, kabilelerin yaşadığı dağ köylerine kolayca ulaşılabilir. Hükümet buradaki köylülerin afyon yerine mısır, lychee, lahana yetiştirmesi konusunda teşvik ediyor. Bunun karşılığında o köylere yol, okul ve turist kazandırıyor.
Chiang Mai’a dönüş yolunu biraz uzatıp, son olarak Lamphun şehrine geçiyorum. Efsaneye göre Thailand’daki en güzel kızların Lamphun’dan çıkmış olduğu söylense de bu sıradan şehirdeki bölgenin en büyük tapınağı olan Wat Phrathat Haripunchai’yi görmemek olmazdı.
Rüya gibi geçen bir hafta; muhteşem doğa, temiz hava, harika yemekler, egzotik kültür, güleryüzlü, saygılı insanlar; kısaca, bir tatilden, beklediğiniz her şey.
Las Vegas Condos |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder