Pazar, Şubat 29, 2004

North Laos

Başkenti : Vientien
Nufusu : 5.500.000
Yüzölçümü : 235.000 km2
Yönetim : Laos Demokratik Halk Cumhuriyeti (Lao PDR)
Vize : Var (Havalanı ve Frienship köprüsünden girişlerde 2 foto ile 15 günlük)
İklim / Ne zaman gitmeli : Güneydoğu Asya ülkelerinde, Türkiyedeki gibi dört mevsim yok. Laos da iki mevsim var “sıcak mevsim” ve “çok sıcak mevsim”. Yolculuk için en ideali, Kasım ve Mart ayları içerisinde kalan period. Hava sıcaklığı Nisan ve Ekim aylarında en yüksek seviyededir. Mayıs’tan Eylül’e kadar olan period en çok yağış alan “ıslak sezon”dur. Elbette hava sıcaklığı ve yağış kuzey ve güney bölgelerine göre değişiklik göstermektedir.

KISA TARİHİ : 1880’lerde Kamboçya ve Vietnem’ı ele geçiren Fransızlar, bölgedeki konumunu daha da güçlendirmek için Laos’a yöneldi. Kuzey Laos’un yönetimini Luang Prabang’daki krallığa verip kalan eyaletlere bir Fransız vali atadı. Laos’un belirsiz hukuki statüsü, Japonların Çin Hindini işgal ettiği 1941’e kadar sürdü.
1910’larda Fransız yönetimine karşı ilk direnen dağlı kabileler, antisömürgeci bir programla, vergileri ve askerlik hizmetini reddeden Kommadam çevresinde toplandılar. Kommadam’ın öldürülmesinden sonra, oğulları Sithone ve Kamphan, komünist parti (Pathet Lao) kadrolarında yer aldılar.
1941’de Luang Prabang kralı Sisavang Vong, prens Phetsarath’ı başbakanlığa getirirken, üvey oğlu Souphanouvong’da Viet Ming tarafından eğitilmiş gerilla grubuyla Laos’un büyük bölümünü denetim altına almıştı. Souphanouvong, eğitim için gittiği Hanoi’de Çin Hindi Komünist Partisi üyesi bir hancıyla arkadaş, daha sonra kızıyla evlendiği hancının damadı (Prens ve Hancının kızı, demek ki Külkedisi hikayesi gerçekmiş) ve hancının referansıyla da parti üyesi olur. Sonraları “Kızıl Prens” olarak anılan Souphanouvong, Lao Issara (özgür Laos) partisinin çağrısını reddederek gerilla savaşının başında kalmayı tercih edip, Thailand ve Birmanya da üslenip gerilla eylemlerine yöneldi.
Fransızlar; 1946’da Souphanouvong ile anlaşma yaparak, Laos’un toprak bütünlüğünü ve özerkliğini örtük biçimde kabul etti. 1947’de Fransızların gözetiminde yapılan seçimlerde bir Kurucu Meclis oluşturuldu ve Laos Fransız birliği içerisinde krallıkla yönetilen “bağımsız” bir devlet olarak tanımlandı.
Bangkok’daki Lao Issara önderleri, örgütü feshedip Laos’a dönerek, sözde bağımsız Laos’da “ulusal” bir hükümet kurmaya çalışırken, “kızıl prens” de yeraltı mücadelesiyle onlara destek oluyordu. 1950’de kurulan Pathet Lao, aynı yıl kurulan Neo Issara Lao (özgür Laos cephesi) ile komünist olmayan unsurlara karşı ulusal bağımsızlık talebi etrafında geniş bir cephe oluşturmasını sağladı. Bu amaçla kurulan; Phan Khon Ngan Lao (Laos işçi partisi) , Phak Pasason Lao (Laos Halk partisi) Neo Lao Hak Xat (Laos yurtsever cephesi) geniş bir taban üzerinde mücadele yolları aradılar.Fransa, Viet Minh’in kazandığı başarılar üzerine, 22 Ekim 1953’te imzalanan Fransız-Laos Dostluk Antlaşmasıyla Laos’a “ tam bağımsızlık” tanımayı kabul etti.
1954’de Cenevre Konferansında Laos’un bağımsızlığı, bölünmezliği ve egemenliği kabul edildi ve Pathet Lao birlikleri 1957’de Laos kraliyet ordusuna katıldı. 1958’de yapılan seçimlerde 35 sandalyenin 14’ünü Komünist Parti kazanınca hükümetteki sağcı unsurlar Pathet Lao’nun tarafsızlık politikasına son vermek amacı ile Ulusal Çıkarları Saavunma Komitesini kurarak ABD’den “danışman” sıfatıyla çok sayıda askeri çağırması üzerine Pathet Lao, birliklerine ordudan isyan etmelerini söyledi. 1959’da istifa eden Pathet Lao birlikleri silahlarıyla kuzey Vietnam’a çekildiler. Komünistlerin tutuklanmaya başlaması üzerine, kırsal kesimi denetim altına alan Pathet Lao birliklerinin saldırıları hükümeti yıprattı.
1957’de Pathet Lao’ya karşı savaşan komutan Kong Lae, savaşın yabancı tehlikelere karşı değil Laos’luların birbirine karşı bir savaş olduğunu farkedip, başkente varınca; stratejik yerleri ele geçirerek üç saat içerisinde darbe yapar. Ancak darbe karşıtı dört komutan sıkıyönetim ilan edip Pathet Lao ile ülkenin heryerinde savaşmaya başlaması sonucu Kong Lae, komutasındaki birlikleri Pathet Lao ile birleştirerek kuzeye çekildi. Ordu başkente gelince herkesi komünistlikle suçlayarak acımasız, kanlı bir teröre girişti. Pathet Lao ile Kong Lae birliklerinin ardarda kazandığı başarıların ardından, ABD Laos’ta ateşkes ilan edilmesini ve sorunun uluslararası konferansta ele alınmasını istedi.
Görüşmeler sürerken iç savaş olanca hızıyla devam ediyordu, Cenevre konferansı sonunda kurulan koalisyon hükümeti dağılınca Pathet Lao siyasal bosluğu kendi lehine çevirmeyi başardı, zamanla güçlenen Pathet Lao karşısında, ABD yeni hükümetin reddederek, Pathet Lao’nun denetimindeki bölgelere yıllarca sürecek yoğun bombardımana başladı. Laos’taki Thailand ve ABD birliklerine ve bombardımanlarına rağmen Pathet Lao 23 Ağustos 1975’te başkent Vientiane’e girerek Laos Demokratik Halk Cumhuriyetini ilan etti.

YOL NOTLARI : En güzel tatiller, hiç hesapta olmayan, ani ve plansız olanlardır. Belki de benim için öyle. Bayramda İstanbulda kalıp tatili evde geçirmeyi planlamıştım. Ama tatilden bir gün önce, perşembe gece yarısı, şeytan dürtmüş olmalı ki; gece uyanıp, sabaha karşı saat bir buçukta THY’nin web sayfasından Bangkok’a yedek bir bilet rezerve edip, Kamboçya mı, Vietnam mı olsun hayaliyle tekrar yatağa döndüm. Ertesi gün her iki saatte bir telefonla THY’yi taciz ederek biletimin durumunu öğreniyordum. Tam umudumu kesmişken, uçağın kalkış saatinden dört saat önce gelen telefon biletimin okeylendiğini söyledi. Eve koşup pasaportumu, motosiklet kaskımı ve küçük sırt çantasına sığdırabildiklerimle havaalanının yolunu tuttum.
Ertesi öğlen Bangkok’tayım. Vietnam vizesi ancak üç günde alınabiliyormuş, Kamboçya vizesi havaalanından alınabilirmiş, ama uçak ertesi gün, Laos’a uçak beş saat sonra.” Harika, bu sefer neden Laos olmasın?” Biletimi elime alınca terminalindeki kitapçıdan Lonely Planet’in Laos rehber kitabını ve haritasını alıp, dört saatlik bekleme süresini Laos hakkında bilgilenerek ve seyahat rotamı çizerek geçirdim.
Gece dokuzda başkent Vientiane’in havaalanında Vize ve pasaport işlemlerinden sonra teneke yığını döküntü bir taksiye, merkezde herhangi bir otele götürmesini söyledim. Yol kenarındaki satıcıların yaktığı ateşlerle aydınlanan, yoğun duman bulutu altındaki tozlu caddeleri geçip standartlara göre lüx sayılan otelin merdivenlerini, ertesi gün nasıl bir sürprizlerle karşılaşacağımı düşünerek çıktım.
Yedide uyanıp, sekiz gün boyunca beni yolda bırakmayacak ve sorun çıkartmayacak motosiklet bulmak için kendimi sokağa attım, otelin yanındaki Vietnam lokantası önündeki BMW motosikletler dikkatimi çekti. Genç bir Alman çift, geçen Mayıs ayında Almanyadan yola çıkmışlar, Türkiye, İran, Hindistan, Çin ve Laos. Laos’dan sonra, Thailand, Kamboçya, Malezya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan uçakla eve dönüş. İki yıla yakın tatil ve sürekli motor üzerinde. Kısaca; yollar, rota ve riskler hakkında konuştuktan sonra, lokantanın yanındaki motosikletçiden 250 cc’lik Honda Baja kros motosikleti kiraladım. Çantaları yükleyip Mekong nehrini takip ederek kuzeye gaz verdim.
Laos, 235.000 km2’lik yüzölçümüyle İngiltere adası büyüklüğünde, ama tüm ülkenin nüfusu 5.5 milyon ve % 85’i kırsal kesimde, dağlarda yaşıyor. 133.000 nüfuslu başkent Vientiane’den çıkalı doksan km. olmuştu ki, yolculuğumun ilk saatinde ilk kazamı yaptım. Ülkenin en bakımlı, tek şeritli otoyolunda önüme çıkan 2.5 m’lik yılanı farkettiğimde aramızdaki mesafe 15-20 m. kadardı, yolun sol tarafına geçip sollamak isterken benden daha hızlı olan yılan, çoktan yolun karşısına ulaşmıştı, üzerinden geçmemek için ani bir fren yapıp gidonu sağa kırınca, kendimi yılanın çıktığı çalılıkların içinde buldum. (İlk gün, ilk ders; % 90’ı tarıma ve yerleşime izin vermeyen muhteşem doğayı seyretmenin yanı sıra bazen yolu da gözetmekte yarar var).
Vientiane’den 160 km. sonra, Laos’un en turistik iki şehrinden bir olan Vang Vien de ilk molamı verdim. Yüzme, yürüyüş, orman turları, rafting, kano gibi aktivitelerin yanı sıra, şehrin yakınından geçen Xong nehri kıyısındaki mağaralarda, Vietnamlı girişimciler tarafından turistik afyon partileri de düzenleniyor, bir avuç esrar neredeyse bir paket sigaradan bile ucuz, belki bu sebeple yerel halktan çok turist var. Yolda, ziller ve teflerle dolaşıp, tapınak için yardım toplayan bir grubun içine karışıp evleri, dükkanları dolaşıp ikram edilen pirinç şarabı Lao Lao içtim. (İkinci ders; her ne kadar adı şarap olsa de % 25 alkol içeren Lao Lao’yu motosiklet kullanırken içmemek gerek). Bir kafede üçüncü kahvemi içtikten iki saat sonra kendime gelip yola devam ettim.
165 km. sonra hava karardığında Kiu Kacham‘ın tek oteline yerleştim. Duşu ve tuvaleti olmayan odadan elimde havlu ve şampuanla çıkıp duşu ararken, otel sahibinin kızı bana duşun yerini gösterdi. Bahçenin köşesinde, kocaman paslı bir varilin içinde, nehirden taşınan bulanık suyu, hamam tası yerine geçen yarısından kesilmiş bir pet şişeyle dökerek duşumu aldım. Bu günden sonra bir hafta boyunca sıcak bir duşa hasret kaldım.
Sabah saat beşte uyanıp yedi de yola koyuldum. Yılan gibi kıvrılan dağ yollarında yoğun sis hızımı yavaşlatsa da 70 km. sonra, dokuz’da Luang Prabang’a ulaştım. Laos’un en turistik şehri olan 16.000 nüfuslu Luang Prabang’da 66 tapınak var. Şehir UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Onyedinci yüzyılın başından feshedildiği 1975 yılına kadar monarşinin merkezi olan Luang Prabang, kuzey Laos’da cep telefonlarının çektiği son nokta, bundan sonraki şehirlere elektrik de limitli veriliyor. Kısa şehir turundan sonra öğle saatlerinde sehirden ayrıldım. Yol çok iyi ve bakımlı 130 km’yi birbuçuk saatde alıp (Laosda bir daha hiç bu hıza erişemedim) dörtbuçukta Pak Mong’a ulaştım, burada otel var ancak kısa bir molanın ardından biraz daha yol alıp, 30 km. ilerideki Song Cha’da gecelemeye karar veriyorum, ancak bir kaç kilometre sonra asfalt yol yerini berbat stabilize bir yola bıraktı, ardından hava tümüyle karardı. Bozuk yol ha bitti ha bitecek derken birbuçuk saat içerisinde 40 km. yol alabildim, ancak yolumun üzerinde olması gereken şehre rastlamadım. Vientiane’de rastladığım Alman motosikletli çiftin gece kesinlikle motosiklet kullanmamam gerektiği uyarısına rağmen, 40 km. geri dönmektense 55 km. ileri gitmeyi göze aldım. Yol o kadar kötüleşti ki, artık sadece bozuk yolda düşüp bir yerimi kırmamanın stresiyle devam ettim, ama gerçekten çok gerildim, Pak Mong’dan ayrıldığımdan beri ne bir insana, ne arabaya, ne ışık, ne de bir köye rastlamadan ve hiç durmadan, 95 km. yolu zifiri karanlıkta almam dört saat sürdü. Aşağılarda Udom Xai’nin ışıklarını görünce rahat bir nefes aldım, otel odasına çıkıp yatağa kendimi attığımda saat onu gösteriyordu. Beş saatde sadece 95 km. Bir daha böyle bir gece olmaması konusunda kendime söz verdim.
Sabah altı uyandım ama dün geceden o kadar yorgunum ki, yataktan ancak dokuzda kalkabildim. Her sabah makarna ve pirinç yemekten bıkkınlık geldi, şöyle gerçek bir kahvaltı yapmak istiyorum. Bir saat boyunca bütün otelleri, marketleri ve restoranları dolaşıp peynir ve reçel aradım, sonunda meyve ile kahvaltıya razı oldum. Udom Xai, Çin Hindi savaşı sırasında, Çin birliklerinin merkezi olduktan sonra hızla gelişmiş, çok farklı diyalektlerin konuşulduğu şehirde ikinci dil Çince. Öğlen onikide yola çıkıp Çin sınırındaki Boten’e gidiyorum, yolun ilk otuz km’si Na Teuy’a kadar berbat, sonrası Boten’e kadar asfalt. Yollar ister asfalt, ister stabilize olsun her yüz-yüzelli km.de bir para ödemek gerekiyor, motosikletler ücretsiz. Boten için; Çin sınırındaki kamyoncu kasabası demek daha doğru, Çin’den Laosa ticaret yapan Çinli ve Laosluların giriş-çıkış yapabildiği bir ticaret noktası. Fazla oyalanmadan Na Teuy’a dönüp 37 km. uzaktaki Luang Nam Ta’ya yöneliyorum. Yol yine toprak olduğu için, bu kısa mesafeyi geçmem birbuçuk saatimi alıyor. Luang Nam Ta’ya ayak basar basmaz, yöresel kıyafetleri içerisindeki Hmong kadınları, esrar satmak için etrafımı sarıyor. Otele yerleştikten sonra, şehir turu ve yemek için dışarı çıktım. Ülkedeki en iyi yemeğimi bu akşam yedim, Kore tarzı barbekü (Nıa Kauwli). 35.000 nüfuslu kentte onbeşe yakın etnik grup yaşıyor, burada konuşulan dil ağırlıklı olarak Çince. 1960’lı yılların başında CIA ajanı kaynayan Luang Nam Ta’da CIA, buradaki etnik grupların ürettiği afyon ve eroinin taşımacılığını üstlenerek, antikomünist bir ordu oluşturmuş.
Kahvaltıdan sonra Çin ve Burma sınırındaki Muang Sing’e gitmek üzere yola koyuldum. Burada görülmeye değer bir şey yok. Muang Sing hakkında söylenecek tek şey “Afyon ve Eroin”. 4,5 ton Afyon ile tüm Laos’da üretilen afyonun %3’ü 20.000 nüfuslu bu şehirde üretiliyor ve yaşayanların ikibine yakını afyon bağımlısı. Otobüs terminalinin yanındaki Talaat Nyai tam bir afyon pazarı. Pak Mong’a kadar önümde 260 km. yol olduğu için fazla oyalanmadan yola çıkıyorum. Üç gün önce gecenin zifiri karanlığında geçerken göremediğim muhteşem manzarayı seyredip yolun gerçekten emniyetsiz olduğunu düşünürken ikinci kazamı yapıyorum. Motosikletin hemen önünde kocaman siyah bir yılanın havada daireler çizerek kaybolmasını görmemle motosikletin kontrolünü kaybedip, nasıl olduğunu anlayamadan kendimi yerde bulmam bir oldu. Toprak yolda hızım yavaş olduğu için bende ve motorda hasar yok. Etrafta seyircim olmadığı için gururum da incinmedi.
Akşam altıda Pak Mong’a ulaştım, çarşafları muhtemelen en son, geçen turizm sezonunda yıkanmış olan otel odasındaki kokuyu hissetmemek için, Bangkok’dan aldığım Tiger Balm’ı burnuma sürerek uyumaya çalıştım. Sabah kahvaltı etmeden erkenden yola koyuldum, sürekli tırmanıp inerek 185 km. sonra öğlen bir'de Vieng Tong’a ulaştım, henüz erken olduğu için 60 km. ilerdeki Nam Neun’a gitmek üzere hazırlanırken rastladığım Fransız ve İsviçreli grup yolun çok kötü olduğunu söyledi. Ama bu ülkenin en iyi yanı; başladığınız işi bitirmek zorunda kalmanız, çünkü alternatif yol veya ulaşım yok. Vieng Tong’dan çıkar çıkmaz asfalt yok oldu ve yağmur çiselemeye başladı, on km. sonra toprak da yok olup yerini yumruk büyüklüğünde taşlara bıraktı. Taşlı yol ve yağmura bir de sis eklendi. Motosiklet taşlara çarpıp bir sağa bir sola yalpalarken düşmemek için iki ayağımla yerden destek almaya çalışıyorum. Yağmur, sis ve soğuğa rağmen stresten terliyorum. Bu şekilde üç saat kullandıktan sonra akşam dörtte Nam Neun’a ulaştım. Çalınma riskine karşı motosikleti bırakabileceğim kapalı bir yer olmadığı için pansiyon sahibinin yardımıyla motosikleti odaya aldım. Isı onbeş derecenin altında, ve bu soğukta şortla dışarı çıkıp varildeki buz gibi sudan dökünerek duş alıp hemen yorganın altına girdim. Dişlerimin takırdaması ancak yarım saat sonra durabildi. Yedide dışarı çıkıp beşyüz metre ilerdeki köye yemek için yürüdüm. Bütün gün hiç bir şey yemedikten sonra burada yemek adına bulabildiğim tek şey, mangalda pişirilmiş manda derisi ve bira (Mecburen yedim ama tavsiye etmem, yanmış tırnak ve saç gibi kokuyor).
Sabah yağmur hala devam ediyor ve düne göre hava daha soğuk. Normal koşullarda burada beklemeyi yeğlerdim ama iki gün sonraki uçağa yetişmek istiyorsam devam etmeliyim. Yola çıktıktan bir kaç dakika sonra pantolonum ve montum sırılsıklam oldu, On dakika sonra polar kazak ve tişörtüm de ıslanınca zangır zangır titremeye başladım. Yol çok temiz, sürekli inişli çıkışlı ve muhteşem bir manzarası var, ama kimin umurunda, titremekten hiç bir şeyin farkında değilim. Rüzgarı ve soğuğu daha fazla hissetmemek için hızımı 30 km’nin üzerine çıkartamıyorum, zaten donmuş parmaklarımla vites değiştirmek bile çok zor. Hayatımda hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Sanki, gücün ve iradenin sınanması gibi birşeydi. Bu şekilde dört saat kullandıktan sonra Muang Kham’daki bir restoranın önünde durup üzerimdeki ıslak herşeyi çıkartıp sadece donla ocağın başında yerimi alıyorum. Restorandaki herkes halime gülüyor. Bir saat sonra titreme nöbetim geçince çantamdaki son kuru tişörtü ve tencere kapağının üzerinde kurumaya bıraktığım pantolonumu giyiyorum. Tabaklar dolusu içtiğim sıcak çorbayla nihayet kendime geldim.
Yağmurun durmasını fırsat bilip 50 km ilerdeki Ponsawan’a gitmek için yeniden motosiklet üzerindeyim. Buradan sonra yol çok iyi ama üzerimdeki rutubetli giysilerle rüzgarda üşümemek için hız yapamıyorum. Birbuçuk saat sonra Ponsawan’da bulduğum ilk otelin yatağına girip kendimi ısıtmaya çalışıyorum. Akşam üzeri ılık duştan sonra otelin altındaki Hint restoranında kendime bir ziyafet veriyorum. Restoran sahibinin de yardımıyla tüm ıslak ve çamurlu giysilerimi çamaşırhaneye verdim, dört saat sonra temiz ama kurutma makinası olmadığı için yine ıslak alıyorum.
Sabah erkenden kalktım, ertesi gün onbirde kalkacak uçağa yetişmek için önümde 370 km’lik uzun bir yol var. Islak giysileri üzerime geçirip yedide yola çıktım, yağmur olmadığı için rüzgarın etkisiyle kurudular ama hala çok soğuk. Longcheng üzerinden kestirme bir yol var ama bölgeye giriş yasak. Buradan gitmemem için beni uyarmışlardı. (Longcheng, Hmong kabilesinin yaşadığı bölge. Önceki yıllarda Hmong’lar üç danimarkalı bisikletçiyi öldürmüşler, bir otobüsü içindeki otuzbeş kişiyle yakmışlar ve bir köyü basmışlar, bu nedenle bölgeye giriş yasak. Amerikan bombardımanı sırasında Hmong’lar Amerika ile işbirliği yaptığı için Komünist iktidar tarafından pek sevilmiyorlar. Muang Kham’daki restoranda konuştuğum bir Hmong ise Danimarkalıları öldürenin ve otobüsü yakanın, maaşlarını almayan hükümet askerleri olduğunu söylemişti. Artık günahı yapanın boynuna, ben uzun yolu seçeceğim).110 km sonra Phou Khoun’a yaklaşırken yağmurun yeniden başlamasıyla yine sırılsıklam olup soğuğu tüm iliklerimde hissettirmeye başladım. Bu şekilde kalan 210 km’yi tamamlamak, bu harika gezinin son günü hastalığa davetiye çıkarmak olacağı için Vientane’e giden otobüsün söförüyle pazarlık yapıp, yolcularında yardımıyla motosikleti otobüsün üzerine yükledim. Yolculuğun son etabını otobüsün arka koltuğunda, şöförün verdiği battaniyeye sarılı, yalınayak ve çıplak yaptığım için başkente girişim pek muhteşem değildi. Ama bu seyahatim için tek bir şey söyleyebilirim. MUHTEŞEMDİ.

Hiç yorum yok: