Salı, Ekim 18, 2005

Cambodia


Başkenti : Phnom Penh
Nüfusu : 11.500.000
Yüzölçümü : 181.035 km2
Yönetim : Kamboçya Krallığı
Vize : Ülkeye girişte bir aylık
İklim/Ne zaman gitmeli : Güneydoğu Asya ülkelerinde, Türkiyedeki gibi dört mevsim yok. Kamboçyada da iki mevsim var “sıcak mevsim” ve “çok sıcak mevsim”. Yolculuk için en ideali, Kasım ve Mart ayları içerisinde kalan period. Hava sıcaklığı Nisan ve Ekim aylarında en yüksek seviyededir. Mayıs’tan Eylül’e kadar olan period en çok yağış alan “ıslak sezon”dur.

KISA TARİHİ
1960’lı yıllarda ülkesini, Çinhindindeki savaşlardan uzak tutmaya çalışan Prens Norodom Sihanuk’un 1970 de ABD tertipli bir darbe ile tahtan indirilip yerine general Lon Nol’un getirilmesiyle Kamboçya tarihinin karanlık çağları da başlamış oldu. Vietnam svaşı sırasında kuzey Vietnam gerillalarına sınırlarını açan Kamboçyaya ABD’li pilotlar, beş yıl içerisinde ikinci dünya savaşında Japonya’ya atılan bombaların üç katından fazlasını attılar. Bunun sonucunda, Pol Pot liderliğindeki Kızıl Khmerler (Khmer Rouge) güçlenerek büyük bir askeri güce eriştiler. Sonunda 17 Nisan 1975 gecesi Pol Pot yetmiş bin kişilik ordusuyla başkent PP’i ele geçirir.İktidara gelen Pol Pot’un belli bir ideolojisi olmadığı için fakir Kamboç halkı üzerinde beyin yıkama faaliyeti başlar.
Kraliyetin sağladığı bursla Fransada eğitim gören Pol Pot, bir kaç arkadaşı dışındaki herkesi, komplocu ajan, ve hain olarak niteler. Devletin tüm kurumlarında çalışan asker, bürokrat, diplomat, doktor, mühendis, profesör, bilim adamı, akademisyen, din adamı, gazeteci, yazar, kısacası düşünüp tartışabilecek, eli kalem tutan, okuma yazması olan, yabancı dil bilen ve hatta gözlük takan herkes önce ağır işkencelerden geçirilip ardından da aile fertleriyle birlikte zalimce katledildiler. Öküz arabaları hariç, her türlü motorlu araç, traktör tahrip edildi. Fabrika, okul, üniversite, postane, hastane, müze, basın kuruluşları, kısaca bir toplumu ayakta tutabilecek bütün kurumlar kapatıldı. Yaratılan bu ilkellikte paraya da ihtiyaç yoktu; başta merkez bankası olmak üzere, bankalar dinamitlenerek paraya dayalı ekonomi de ortadan kaldırıldı. Kitaplar yakıldı, müzik yasaklandı, kütüphaneler ateşe verildi. Kampuç toplumunun önemli geleneksel ve kültürel değerleri olan aile, ortak yaşam ve Budist inançları ortadan kaldırıldı. Aile fertleri birbirinden ayrılarak, herkes pirinç tarlalarında çalışmaya zorlandı. Çocuklar gözaltı kamplarına gönderildi. Yaratılan eğitimsiz ve cahil topluma “Anka’ya inanın, Anka size bakacak” söylevini çekiyorlardı. Oysa Anka, cani Pol Pot’un ta kendisiydi.

Vietnam kuvvetleri 7 Ocak 1979'da başkent PP’e girmesiyle, Kızıl Khmerler, ABD'nin kontrolündeki Tayland sınırında konuşlandılar. Ülkeye 100 bin asker, danışman ve teknik elemanlarla giren Vietnamlılar, kendi denetimlerinde yeni bir hükümet kurdular. Halk yeniden şehirlere dönerek 'normal' bir yaşama alışmaya çalıştı. Ancak ortada toplumsal alt yapı diye bir şey kalmamıştı.
Dört yıldan fazla süren iktidarları sırasında 2 milyona yakın insanı katleden Kzıl Khmerler savaş suçu mahkemelerinde hesap vereceklerine, kaçtıkları Tayland sınırında, ABD ve Batılı rejimlerin desteğiyle yeniden toparlandılar. Bu da yetmezmiş gibi Birleşmiş Milletler (BM) Pol Pot ve Kızıl Kmerlere 'Kampuç halkının tek temsilcisi' olarak sandalye verdi. Demir Lady Margereth Thatcher ise 1983'te meşhur SAS komandolarını Tayland-Kamboçya sınırına göndererek, Pol Pot çetesini modern savaş teknolojisi ve mayınlar konusunda eğitiyordu. Kampuç halkı bugün bile hala dünyanın mayınlarla döşenmiş en riskli ülkelerinden biridir.
Soğuk savaş yıllarında süper güçlerin çıkarlarına kurban edilmiş bu fakir halk, yeniden barıştırılmalıydı, 1993'te yapılan seçimlerde kralı destekleyen Kızıl Kmerler resmen katılmazken, Monarşist ve kral ailesinin güdümündeki FUNCINPEC ile Hun Sen liderliğindeki Vietnam yanlısı eski komünist parti, Kampuçya Halk Partisi (CPP)’nin kurdukları koalisyon hükümeti 'çifte başbakanlık' sisteminde başarılı olamayınca kral Norodom Sihanouk yeniden devlet başkanı olarak krallık sarayına oturtuldu. Ama Pol Potçuları koruyan kral ailesinin siyasi yaşamda etkin yer alması da sorunları çözmedi.
Bir tarafta Hun Sen yanlılarının içine sızan, diğer taraftan da seçim gibi önemli toplumsal etkinliklerde kralı açıkça destekleyen Kızıl Kmerler, toplumda barış ve huzurun oluşması önünde hala büyük bir engeldi. Hasta ve yaşlı Kral Sihanouk ise ülkenin batısındaki Tayland sınırında konuşlanan ve topluma sızmış Pol Potçuların yargı önüne çıkarılıp hesap vermesini engellemeye devam ediyordu.

Dört yıllık iktidarı süresince halkına acıdan başka bir şey vermeyen ve ülke nüfusunun yarıya yakınını soykırımla katleden Pol Pot, yoldaşlarınca düzenlenen sözde bir 'Halk Mahkemesinde' yargılanarak Tayland sınırındaki bir mağaraya “yaşam boyu” kapatıldı.
Yaşlı Pol Pot, 1988’de bir kaç yoldaşı ve Taylandlı subayların hazır bulunduğu törende, araba lastiklerinin üzerinde ateşe verildiği rivayet edilse de ölüm şekli bir mit olarak kaldı. Böylece, başta BM, ABD, Çin ve Tayland olmak üzere onu destekleyen ülkelerin ve Kamboçya jenosidinde parmağı olan suçlularla ilgili kanıtlar da duman oldu. Soykırımda parmağı olan generalleri ise hükümetle anlaşarak “normal” yaşamlarına döndü. (Bir kaç yıl önce izlediğim belgeseldeki bir görgü tanığının, Pol Pot’u ormanın içinde bir filin üzerinde gördüğünü söylemesi ise hala belleğimde).


YOL NOTLARI
Thailand, Laos ve Vietnam’ın egzotik coğrafyalarında motosikletle gerçekleştirdiğim gezilerden sonra Çinhindi’ndeki motosikletli seyahatlerimin son durağı Kamboçya.
Bangkok’dan kırkbeş dakikalık yolculuktan sonra, Başkent Phnom Penh’in (PP), Pochentong havaalanına 18.15’de indim. Pasaportum onüç kişilik bir memur ordusunun ellerinde dolaşarak yedi dakika sonra bir aylık vize ile yeniden bana döndü. Vakit kaybetmeden bir taksiye atlayıp, Psar O Russei market yakınlarında rastgele seçtiğim bir pansiyona çantamı fırlatıp kendimi sokağa attım.
Aslında bu tatile Myanmar’a (Burma) gitmek üzere çıkmıştım ancak Türkiye’de Myanmar temsilciliği olmadığı için vize alamamış, defalarca geldiğim Bangkok’da da vize için bir-kaç günümü harcamaktansa, PP’de Myanmar vizesi alırken Gübeydoğu Asya’nın bu küçük ülkesini de gezme fırsatını yaratmış olacaktım.
Elimdeki rehber kitapda, “Gece sokakta yalnız dolaşmayın, silahlı bir soyguncuyla karşı karşıya gelirseniz, direnmeden nazikçe zulaya ayırdığınız 10-20 doları verin v.s” gibi uyarılar olsa da, geçmişi; toplu katliam, açlık, işkence ve kanla yazılı bu küçük ülkenin her zaman güleryüzlü ürkek insanlarından bir zarar gelmesi için gerçekten çok talihsiz bir yazgınızın olması gerektiğine inanıyorum. (Elimdeki rehber kitabın İngiliz yazarı olasılıkla ya geceleyin hiç Londra metrosuna binmemiş ya da bir Cumartesi akşamı Manchester’de hiç sokağa çıkmamış olmalı.)
Sabah erkenden yola çıkacağım için zamanı yitirmemek için geceleyin üç saat boyunca caddeleri arşınlayıp, Myanmar konsolosluğunu ve motosiklet kiralayacağım “Lucky Lucky” şirketini harita üzerinde işaretledim. Gece yarısı pansiyona dönüp Kamboçya için gerekli şeyleri ayrı küçük bir çantada yanıma alıp, fazlalıkları PP’de bırakacağım.
Saat farkı ve uçuş yorgunluğu nedeniyle dört saatlik bir uyku ile sabah beşte uyanıp motosiklet kiralayacağım dükkanın yolunu tuttum. Ortalık henüz aydınlanmadan dükkanın kapısını yumruklamaya başladım. On beş dakika sonra dükkan sahibi uykulu ve ürkek bakışlarıyla kapıyı aralayınca içeriye daldım. Gözüme kestirdiğim 250 cc’lik Honda’nın kiralama işlemlerini yaparken, küçük bir ücret karşılığı Myanmar vizemi de alabileceklerini söylediler. Pasaportumun fotokopisini alıp, aslını onlara bırakıp saat sekizde Angkor’a gitmek üzere PP’den ayrıldım.
Tonle Sap nehri üzerindeki köprüyü geçerek PP’in trafik kaosundan kurtulmuş oldum. Buradan Siam Riep’e 317 km’lik yolum var. Yine de yakın zamanda asfaltlandığı belli bu güzel yoldan Siam Riep’e gidişim altı saat sürdü. 85.000 nüfuslu bu kent Kamboçyanın kültürel başkenti. Kamboçyaya gelen tüm turistlerin ilk uğrak noktası meşhur Angkor tapınakları sayesinde şehir hızla gelişmekte.
Angkor tapınak bölgesine sadece izinli araçlar girebildiği için oteldede çalışan Tang’ın motosikletine atlayıp onun rehberliğinde sabah yedi de otelden ayrıldım. Khmer uygarlığının en önemli şehri Angkor, 8 yy’da şehrin ilk kralı Jayavarma tarafından 230 km2’lik alan üzerine kurulmuş. Sonradan gelen her kral kendi adına başka görkemli tapınaklar yaptırmış. Tapınak duvarlarındaki taşlar adeta dantel gibi işlenmiş ince ve muazzam bir işçiliğe sahip. Zamanla savaşlar ve afetler nedeniyle evler yok olmuş ama tapınaklar günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış.
Angkor, 14 yy’da Siam isitilası sonucu zaman içinde ormanın derinliklerinde unutulmuş. 1858 yılında Fransız gezgin Henry Mouhot, 400 yıllık yalnızlığından sonra tapınakları gün yüzüne çıkarmış. Angkor’un 400 yıllık yalnızlığı sırasında tapınaklar, duvarlar üzerinde büyüyen yabani incir ağaçları ve banyan ağaçlarının kökleri tarafından adeta sarmalanmış. 1908’li yılların başından itibaren Angkor keşfedilmeye çalışılmış, daha doğrusu yağmalanıp eserler Avrupaya taşınmış. Pol Pot’un kanlı iktidarı döneminde tüm çevre mayınlanmış. Şimdilerde BM ve UNESCO desteğiyle bölgenin mayınlardan temizlenme çalışmaları başlamış.
ABD, Çin, İngiliz, Sovyet, Vietnam ve Tayland finanslı mayınlar Kamboçya’da yaşamı felç ediyor. Ülkenin sınır bölgelerinde temizlenmeyi bekleyen milyonlarca mayın var. Mayın haritaları olmadığından, tam temizlik için nereden başlanacağı belirsiz. Muson yağmurlarının etkisiyle yer değiştiren mayınlar pirinç tarlaları içerisinde her yıl 400’den fazla Kamboçyalının hayatını ve organlarını alıyor. O yüzden kırsal kesimde yoldan veya patikadan uzaklaşılmaması tavsiye ediliyor. Mayınlar, kamboçyanın hiç bir zaman bitmeyecek en büyük sorunu.
Angkor’a giriş ücreti yirmi dolar ve maalesef bu para bölgenin işletmesini üstlenmiş Sokimex petrol şirketinin cebine gidiyor ve elbette ortakları arasında kraliyet üyeleri ve başbakan Hun Sen’in oğlu da var. Kamboçyanın kültürel mirasının Kamboçyaya ve Kamboçyalıya maalesef faydası yok.
Angkor dönüşü nefis Kamboç yemeği “Amok” ile ziyafet çekerken garson Türk olduğumu öğrenince “Akan Sukur”, “Asan Sas” demesiyle irkildim. Yuh artık kendi Kral ve başbakanlarının dahi isimlerini bilmezken bilmem kaç bin kilometre uzaklıktaki ve haritadaki yerini dahi bilmedikleri ülkenin yerel takımının ilk onbiri’ini sayınca dumur oldum. Daha önce Thailand, Laos ve Vietnam’da da benzer durumları yaşadığım için benim dahi bilemediğim şeyi nasıl bilir diye meraklandım. Sonunda mesele anlaşıldı. “Bahis” ve güneydoğu asyada her köşede bahis salonları uydudan Avrupa lig maçlarını naklen veriyor.
Sabah uyanır uyanmaz Myanmar vizemin akibetini sormak üzere acentayı aradım. Henüz alamadık, sorun oldu gibi birşey gevelemeleri üzerine üç gün sonra dönmeyi planladığım başkente doğru onbir de yola koyuldum. Bu tatili Myanmar üzerine planlamış ama vize alamama ihtimalini hiç düşünmemiştim.
Akşam üzeri PP’in kalabalık Monivog bulvarına girdiğim anda bir polis beni durdurup, hava karmadan farlarımı yaktığım için ceza yazacağını söyledi. Üstelik buradaki çoğu motosikletin gece bile yakacak farları yokken. Aslında bu kuralı biliyordum ama ülkemdeki alışkanlıkla yakmışım işte. Küçük cezamı ödedim ama iş makbuz istemeye gelince polis bildiği çat-pat İngilizceyi birden unutuverdi. Yıllar once benim İspanyol polisine yaptığımı hatırlayıp gülerek ayrıldım.
Nehir kenarında küçük bir pansiyona yerleştim, yemekten sonra yaptırdığım masajla günün yorgunluğunu atıp pansiyona döndüm. Sabahleyin motosikleti teslim ederken Myanmar vizemin alındığını ve pasaportumun akşam geleceğini öğrenince rahatladım. Öğleden sonra Silver Pagoda ve Kraliyet sarayını gezdim. Eski Kral Norodom Sihanuk tahtı geçen yıl oğlu Norodom Sihamouni’ye bırakmış. Eski Kral Sihanouk sağlık nedenlerinden dolayı zamanının çoğunu Çin’de tedavide geçiriyormuş.
Akşam üzeri, Pol Pot’un kanlı iktidarı döneminde yirmi bin’e yakın aydının işkence ile katledildiği S-21 Tuol Sleng hapishanesine gittim. Önceleri şehrin en iyi yatılı okullarından biriyken, Kızıl Khmerler okulu kapatıp sınıfları ve yatakhaneleri işkence yapılan hücrelere dönüştürmüşler. Şimdilerde soykırım müzesi olan okulun duvarlarında, işkenceye uğrayanların o dönemde çekilen resimleri sergileniyor. Ümitsizlik içindeki insanların gözlerindeki korkuyu görüp o andaymışsınız gibi ürperiyorsunuz. Kan, gözyaşı ve acı dolu bu binadan kapanış saatine kadar ayrılamadım.
Ertesi sabah S-21’de öldürülenlerin gömüldüğü Choeung Ek, Ölüm Tarlalarına gittim. Buradaki 129 toplu mezarın 80’i açılmış. Genç, yaşlı, kadın ve çocuklara ait 9000 bin kafatası mezarların ortasına dikilen bir anıtta bir daha tekrarlanmaması için ibretle istiflenmiş.
S-21 ve Ölüm Tarlalarındaki hüzünlü havayı üzerimden atmak kolay olmayacak. Tüm öğleden sonrasını nehrin kıyısında oturarak geçirdim. Onca acıya rağmen Kamboç halkı olanları unutmuş gibi. Geleceğe umutla bakmak istiyor. Geçmişi hatırlamak istemezcesine herkes nehir kenarında toplanmış üç gün sonra yapılacak yarışların heyecanına kaptırmış kendini. 25-30 metre uzunluğundaki tekneklerde öğle sıcağı altında tempoyla küreklere asılan 65-70 kişilik takımlarına çılgınca tezahüratta bulunuyor, kimileri susayan kürekçilere pet şişelerde su fırlatıyor, mayın kurbanı dilenci tek ayağı üzerinde elini bana uzatırken gözü teknelere dalıyor. Benden para istemeyi unutuyor. Belki şu an yeniden el ve ayaklarına kavuşup o teknede küreklere asılmayı hayal ediyor.

1 yorum:

mathea dedi ki...

yazınızı okudum.. inşallah bu aralık ayında kamboçyaya bir arkadasımın yanına gideceğim ve onun evinde kalacağım. açıkcası çok merak ediyorum uzak doğu asyayı ve bu ilk basamak olacak. diğer ulkelerle ilgili yazılarınızıda takip edeceğim.
size kolay gelsin.
fatih cansu